Her yıl 16 Ekim'de, DÜNYA GIDA GÜNÜ
kutlanıyor. Bu
yıl Dünya Gıda Günü teması; “Daha iyi bir yaşam ve daha iyi bir gelecek için
Gıda Hakkı!.” Yaşamı sağlıklı sürdürebilmek için gereken gıda maddelerini
tüketebilme hakkı olarak tanımlanabilecek Gıda Hakkı; 1948 tarihli Evrensel
İnsan Hakları Beyannamesi’nden beri en temel insan haklarından biridir.
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye göre;
yeterli gıda hakkı, her erkek, kadın ve çocuğun, tek başına veya başkalarıyla
birlikte, her zaman yeterli gıdaya veya bu gıdayı temin edecek araçlara
fiziksel ve ekonomik olarak erişebildiği zaman gerçekleşmiş olur. Gıda hakkı,
uluslararası hukuk belgelerinde tam bir mutabakatla kabul edilmekle birlikte,
günümüzde en çok ihlal edilen insan haklarından biridir. Özellikle son
yıllarda, nedeni ne olursa olsun, güvenli gıda ve temiz suya erişim, insan
hakkı olmaktan uzaklaşmıştır.
Dünya çapında milyonlarca insan gıda güvensizliği ve yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya. 2,3 milyardan fazla insan (dünya nüfusunun yaklaşık %30’u) yeterli gıdaya erişimden yoksundur. Açlığı sona erdirmek sanıldığının aksine üretim miktarıyla ilgili değildir. Kapitalist mülkiyet ilişkilerinin yarattığı sınıflı toplum yapısı yetersiz beslenme, açlık, savaş, çatışma, gıdaya erişimdeki adaletsizlikler ve sürdürülemez üretim yöntemlerini getiriyor. Ne kimyasallar ne de teknoloji gıdaya erişimdeki engelleri, beslenme yetersizliğini ve açlığı ortadan kaldırabiliyor, aksine daha da körüklüyor. Kirliliğe ve sağlık sorunlarına neden olan gıda sistemleri biyoçeşitliliğin fakirleşmesine de yol açarak sorunu daha da büyütüyor.
Bugün dünyada ve
ülkemizde gıda egemenliğini yaşama geçirmek bir yana, tarım ve gıda sistemi
tekelci çok uluslu şirketlerin ve yerli ortaklarının kontrolü altındadır.
Dünyada tüm insanları doyurabilecek tarım ürünleri ve gıda üretimi yapılmasına
karşın, yoksulluk ve açlık sorunu büyümektedir. FAO’nun “Dünya Gıda
Güvenliği” raporuna göre; 2023 yılında yaklaşık 733 milyon insan, yani
dünya genelinde 11 kişiden biri ve Afrika’da her 5 kişiden biri açlıkla karşı
karşıya ve dünya 2030 yılına kadar “sıfır açlık” hedefinden çok uzaktadır.
Raporda ayrıca, gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmenin, gıda enflasyonu,
çatışmalar, iklim değişikliği ve ekonomik gerilemeler gibi faktörlerin bir
araya gelmesi nedeniyle daha da kötüleştiği belirtilmektedir. Bugün ülkemizde
insanlarımızın %22`si yeterli gıdaya ulaşamamakta %8,5`u ise açlık sınırında
yaşamaktadır. Dünyada gıda fiyatları düşüş gösterirken Türkiye’de artmaya devam
etmektedir. Tarımsal temel girdiler ve ürünlerde dışarıya bağımlılık büyük
sorundur. Her sıkışılan anda ithalata sarılmakla gıda enflasyonu düşmez, çözüm
ülkemizdeki üreticiyi ve üretimi koruyan somut politikalarla sağlanabilir.
Gıda güvenliği sorunu yaşayanların büyük kısmı, özellikle düşük gelirli ülkelerde geçimlik tarımla uğraşan çiftçilerdir. Tarımsal üretim büyük ölçüde doğa koşullarına bağlıdır. Geniş alanlarda tek tip ürün yetiştirilmesi sonucu toprağın fakirleşmesi ve azalan biyoçeşitlilik, toprak, su kirliliği ve iklim krizi sonucu yaşanan afetlerin yol açtığı ürün kayıplar, savaşların gıda üretimi ve erişiminde neden olduğu sıkıntılar ve hatalı beslenme gibi nedenlerle karşı karşıyız. İçilebilir su kaynaklarımızın ve tarımsal üretimin hızla azalması, yönetenler tarafından sorun çözücü tarım, gıda ve su politikalarının oluşturulmaması, gelecek için duyulan endişeleri arttırmaktadır.
Topraklar fakirleşiyor, su varlıkları
azalıyor, yerel tohumlar ve biyolojik çeşitlilik geri dönüşü olmayacak şekilde
tahrip oluyor. Bunun tek bir nedeni var: insanların bencil yaşam tarzı, tüketim
çılgınlığını besleyen ve ekolojik yaşamdan kopuk üretim ve tüketim
yöntemleridir. Tekelci
kapitalist üretim ilişkileri sonucu bir yanda gıda krizi yaşanırken diğer yanda
gıdamızı yetiştiren çiftçiler artan maliyetler ve refahın düşmesi nedeniyle
özellikle de bağımlı ülkelerin çiftçilerinin giderek artan maliyetler
karşısında üretimden vazgeçmeleri gıda krizini derinleştiriyor.
Son 10 yılda çiftçilerin yarısından
fazlası topraklarını terk etti.
Tekellerini pekiştirmek için, IMF,
Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi kuruluşlar aracılığı ile geri kalmış
ve gelişmekte olan ülkelere tarım ve gıda alanında kamusal üretim ve denetimin
ortadan kaldırmaları noktasında dayatmalarda bulunuyorlar.
Ülkemizde de benzer bir süreç yıllardır işletilmektedir. 1980’li yıllardan itibaren uygulanan politikalar sonucunda üretici kooperatif ve birliklerinin de içi boşaltılarak işlevsizleştirilmiştir. Tekelci mülkiyetçi sistemin doğrultusunda yapılan yasal düzenlemelerle yerli tohumlarımızın kullanımı neredeyse yasaklanmış, tarım ve gıda alanı tamamen piyasalaştırılmıştır.
Yapısal ekonomik krizle birlikte
sermaye sınıfının maliyetleri düşürme, kârları arttırma hırsı iyice
kamçılanmışken gıda dâhil her türlü üründeki uygunsuzluklar halk sağlığı hiçe
sayılarak artan oranlarda yapılıyor! Taklit ve tağşişin bu denli yaygınlaşması
kapitalist rekabet ilişkilerinin sonucudur.
Endüstriyel tarımın neden olduğu tüm sorunlar göz önüne alındığında agro-ekolojiyi esas alan, bilimsel veriler ışığında üretimi yeniden organize eden, üreticiden tüketiciye doğrudan bir beslenme zinciri kuran, sağlıklı toprakları, yerel tohumları, küçük çiftçinin refahını, iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirmeyi, üretici ile tüketiciyi gözeten yerel, dirençli ve zehirsiz gıda üretim ve tedarik sistemlerinin geliştirilmesini sağlayacak bütüncül bir model olarak çözümler bulunmalıdır.
Gıda hakkının temel öznesi olan çocukların okul
yemeğine ve içilebilir suya ulaşması sosyal devletin yerine getirmesi gereken
ana görevlerdendir. Çocukların kamusal eğitim hakkına ulaşabilmesi, karar
alıcıların; eğitime yeterli bütçe ayrılması ve gerekli önlemleri alması ile
mümkündür. Yeterli ve dengeli beslenemeyen çocuklarda bodurluk ve bilişsel
yeteneklerde gerileme gibi olumsuzluklar yapılan araştırmalarda ortaya
çıkmıştır. Oysa, en az bir öğün yemek verilen okullarda çocukların başarısının
artığı, devamsızlıkların ve okul terklerinin azaldığı gözlenmiştir.
Her alanda üretimden ve üreticiden yana politika tercihleri ve kamunun piyasayı düzenleme ve denetleme yetkisini etkin kullanmasıyla, ülkemizde tarım ve gıdada artarak yaşanan sorunlar çözülebilir. Yaşadığımız tarım ve gıda krizinden kurtulabilmek; rant ve beton ekonomisi yerine üretim ekonomisini, sermayenin öncelikleri yerine kamusal ve toplumsal çıkarları, gündelik politikalar yerine planlı kalkınmayı önceleyen “Kamucu Tarım ve Gıda Politikalarını savunmakla ve yaşama geçirmekle mümkündür.
Bu olumsuz gidişe dur demek zorundayız. Sürdürülebilir bir tarımsal üretim için, gıda güvenliğimizin korunması için, sağlıklı ve ucuz gıdaya erişebilmek için üreticisiyle, tüketicisiyle, köylüsüyle, kentlisiyle sesimizi yükseltmek zorundayız. Tarım Orkam-SEN olarak, Dünya Gıda Günü dolaysıyla bilimden, üretimden, emekten, kamu yararı ve toplum çıkarından yana doğayı ve insanı esas alan mücadelemizi sürdürmeye kararlılıkla devam edeceğiz!
Tarım Orkam-Sen Merkez Yönetim Kurulu