İklim Yasası Mı, Sermayeye Yeni Ayrıcalıklar Mı?
Türkiye’nin Paris İklim
Anlaşması’nı 2021 yılında imzalamasının ardından, uzun süredir beklenen İklim
Kanunu Teklifi, Avrupa Birliği’nin karbon salınımına ilişkin 2026 düzenlemeleri
doğrultusunda tekrar gündeme getirildi. 2053 yılı için “net sıfır emisyon”
hedefi belirleyen Türkiye’nin İklim Kanunu hazırlık aşamasındaydı ve teklif
ilgili komisyonlardan geçirildi. Genel Kurul’da da kabul edilirse Türkiye’nin
ilk iklim yasası olacak. Ancak kanun teklifinin içeriği incelendiğinde, doğa ve
toplum yararına değil, sermaye ve piyasa eksenli bir yaklaşımın benimsendiği
açıkça görülmektedir. Tarım Orkam-Sen Ekoloji Grubu olarak bu teklifin
eksikliklerini ve iklim kriziyle mücadeledeki yetersizliklerini paylaşmayı
sorumluluğumuz olarak görüyoruz.
1. Katılımcı ve Şeffaf Bir Süreç İzlenmedi
Kanun teklifinin hazırlanma sürecinde, sivil toplum
kuruluşları, ekoloji hareketleri ve bilim insanları sürece yeterince dahil
edilmedi. Oysa böylesine kritik bir düzenleme, ekolojik ve toplumsal
hassasiyetler gözetilerek ve geniş bir müzakere zemini oluşturularak
hazırlanmalıydı. Şeffaf olmayan bu süreç, kanunun toplum ve doğa yararına
etkili olmasını zorlaştırmaktadır.
2. Karbon Emisyonu Dışında Kapsamlı
Düzenlemeler İçermiyor
Teklifin temel odağı karbon emisyonu olup, iklim
krizinin tüm boyutlarını kapsayan bütüncül bir yaklaşım içermemektedir. İklim
krizine karşı alınması gereken en önemli önlemlerden biri olan fosil
yakıtlardan çıkış konusunda herhangi bir hedef veya takvim öngörülmemektedir.
Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların kullanımına devam edilmesi,
ekosistemlerin tahribatını sürdürecek ve karbon salınımını artıracaktır.
3. Net ve Bağlayıcı Hedefler Yok
Türkiye’nin Paris
Anlaşması çerçevesinde belirli bir tarih itibarıyla sera gazı emisyonlarını
azaltma taahhüdü vermesi gerekirken, yasa teklifinde net ve bağlayıcı bir yol
haritası bulunmamaktadır. Emisyonların hangi seviyede ve hangi hızla
azaltılacağına dair somut hedefler belirlenmediği için iklim krizine karşı
mücadelede ciddi bir belirsizlik söz konusudur.
4. Ekosistem Koruma Mekanizmaları Yetersiz
Teklifte ekosistemlerin
korunmasına dair etkili bir plan ve izleme mekanizması bulunmamaktadır. Enerji
projeleri, madencilik faaliyetleri ve sanayileşmenin doğa üzerindeki yıkıcı
etkileri dikkate alınmadan hazırlanan bu yasa teklifi, tarım alanları, ormanlar
ve sulak alanlar gibi kırılgan ekosistemlerin korunmasını riske atmaktadır.
5. Toplumsal Eşitsizlikleri
Derinleştirebilir
İklim krizi yalnızca
çevresel bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren
bir krizdir. Ancak yasa teklifinde kırsal kesimde bitkisel ve hayvansal üretim ile geçimini sağlayan topluluklar,
kadınlar ve gençler için herhangi bir koruyucu düzenleme bulunmamaktadır.
Tarımda çalışan emekçiler, iklim değişikliğinin en doğrudan etkilerini yaşayan
kesimlerin başında gelmektedir. Dolayısıyla, bu yasa, iklim krizinin etkilerine
karşı en savunmasız kesimleri koruyacak mekanizmaları içermelidir.
6. Halk Sağlığına Yönelik Hiçbir Düzenleme
İçermiyor
İklim değişikliği, halk
sağlığı açısından büyük tehditler içermektedir. Ancak yasa teklifinde suya
erişim, gıda güvenliği, temiz hava ve sağlık hizmetleri gibi temel konulara
dair hiçbir düzenleme bulunmamaktadır. İklim krizinin neden olduğu sıcaklık dalgaları, kuraklık ve
doğal afetler, halk sağlığı üzerinde doğrudan etkiler yaratırken, bu
düzenlemenin halk sağlığı boyutunu göz ardı etmesi ciddi bir eksikliktir.
7. Ekokırım Yasası ve Cezai Yaptırımların
Eksikliği
Kanun teklifinde ekokırım
(çevresel yıkım ve ekosistemlerin kasıtlı tahribi) kavramına dair herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır. Aynı zamanda getirilen yaptırımlar, cezaların
tutarları, denetleme ve izleme mekanizmaları da yetersiz olup, caydırıcı bir
nitelik taşımamaktadır. Bu durum, doğa tahribatına neden olan şirketlerin ve
sektörlerin faaliyetlerini sürdürmesine olanak tanıyacaktır.
Metan emisyonlarının
azaltımıyla Türkiye enerji güvenliğini artırabilir, hava kirliliğini ve buna
bağlı sağlık sorunlarını ve ölümleri azaltabilir. Aynı zamanda tarım ve
hayvancılık faaliyetlerinde faaliyetlerde verimliliğin ve inovasyonun artması
sağlanabilir.
Daktilo 1984 ve Climate Union iş birliğinde hazırlanan “İklim Değişikliğiyle Mücadelede Metan Emisyonlarının Rolü ve Türkiye için Politika Önerileri” raporu İKV (İktisadi Kalkınma Vakfı) ev sahipliğinde tanıtıldı.
İklim Değişikliğiyle
Mücadelede Metan Emisyonlarının Rolü ve Türkiye için Politika Önerileri
“İklim Değişikliğiyle
Mücadelede Metan Emisyonlarının Rolü ve Türkiye için Politika Önerileri” raporu
Türkiye’nin metan emisyonları mevcut durumunu, metan emisyonlarının olası
azaltım stratejileri ve bu azaltım politikalarının faydalarını ele alıyor.
Rapora göre, metan
emisyonlarının azaltımıyla Türkiye enerji güvenliğini artırabilir; hava
kirliliğini ve buna bağlı sağlık sorunlarını ve ölümleri azaltabilir. Aynı
zamanda tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde faaliyetlerde verimliliğin ve
inovasyonun artması sağlanabilir; diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine katkı
sunulabilir; biyolojik olarak parçalanabilen atıkların zengin gübre ve biyogaza
dönüştürülmesi mümkün olabilir ve pirinç ekiminde su tüketiminin azaltılmasına
olanak sağlanabilir.
Basın toplantısında
yapılan sunuma göre, metan emisyonlarının Türkiye’deki toplam seragazı
emisyonları içindeki payı %11-12 civarında. Ülkemizde metan emisyonlarının
temel kaynakları ise sırasıyla şöyle: %61,4 ile tarım, %19,3 ile enerji, %19,3
ile atık ve %0,03 ile endüstri. Tarım sektöründe açığa çıkan metanın çok büyük
bir kısmı hayvancılık ve pirinç üretiminden kaynaklanırken, enerji sektöründe
başta kömür, sonrasında petrol ve doğal gaz metan salımından sorumlu.
Raporun ortaya koyduğu
başlıca politika önerileri ise şöyle:
Türkiye, kilit
sektörler olan enerji, tarım ve atık sektörlerinden kaynaklanan metan
emisyonlarını azaltmak için ulusal bir strateji oluşturabilir. Metan
emisyonlarının izlenmesi, raporlanması ve modellenmesi için veri toplama ve
yönetimi iyileştirilmelidir.
Türkiye’de gaz, kömür ve
petrolün çıkarılması, işlenmesi, dağıtımı ve nakliyesi sırasında açığa çıkan
metan sızıntılarının tespit edilip yakalanarak enerji kaynaklarının israf
edilmesinin önüne geçilebilir ve enerji arzı artırılabilir.
Tarımda çiftçilerin ileri
teknolojileri benimsemesi için sübvansiyonlar tasarlanabilir, yem
alternatifleri geliştirmek için Ar-Ge faaliyetleri ve yem verimliliğini
artırmaya yönelik politikalar geliştirilebilir.
Geviş getiren hayvanların
yem verimliliğinin artırılması ve hayvan sağlığı uygulamalarının hayata
geçirilmesi ile hayvancılık sektöründe verimlilik artırılabilir.
Pirinç üretiminde,
alternatif yetiştirme yöntemlerinin benimsenmesi için çiftçilere teknik
destek sağlanması, pirinç tarlalarındaki su tüketimini azaltırken metan
salımının azaltılmasına yardımcı olabilir.
Belediyelerdeki atık
yönetim sistemlerinin geliştirilmesi, gıda ve diğer organik atık maddelerin
zengin gübre ve biyogaza dönüştürülmesini kolaylaştırarak sentetik
gübrelerin yerini alabilir, aynı zamanda hem enerji üretebilir hem metan
emisyonları önemli ölçüde azaltılabilir.
“En Hızlı Adım
Atılabilecek Adım Fosil Yakıt Sektöründe”
Climate Union’un Kurucusu
ve raporun yazarlarından Dr. Akın Çilekoğlu metan gazının gezegeni ısıtma
gücüne dikkat çekerek, iklimle mücadelede metanın gözden kaçırılmamasının
önemine değindi: “Metan, karbondioksite kıyasla 20 yılda 80-86 kat, 100 yılda
ise 28 kat daha güçlü bir ısınma etkisine sahip ve alınacak önlemlerle
nispeten daha kolay çözülecek bir problem aslında. Ancak iklim
politikalarının tasarımında karbondioksite kıyasla çok daha geri planda
kalmış durumda idi ve son yıllara kadar metanın rolü göz ardı edildi. Bu
raporla Türkiye’nin metan emisyonlarını azaltma konusunda atabileceği adımları
ve bu politikalar sayesinde elde edeceği fırsatları ortaya koymayı hedefledik.”
Çilekoğlu, fosil yakıtlı
sektörlerde metan emisyonlarının azaltılmasının en etkili seçenek olduğunun
altını çizdi ve “Mevcut teknolojilerle mümkün olduğu için metan konusunda en
hızlı atılabilecek adım fosil yakıt sektöründe. Yalnızca metan sızıntısının
tespiti ve onarımı zorunluluğu ile birlikte havalandırma ve alevlendirmeye
kısıtlamalar getirilmesiyle bile büyük bir adım atılmış olur. Bu sayede fosil
yakıtlı enerji ithalatının azaltılmasına, enflasyonun düşürülmesine etki
edilebileceği gibi ticaret açığının da daralmasına katkı sağlanabilir” dedi.
Daktilo1984’ün iklim
politikaları birimi Asterisk2050 proje koordinatörü Selim Yıldırım ise raporla
birlikte Türkiye’de önemli bir tartışma başlatmak istediklerinin altını çizerek
şöyle devam etti: “Zira, raporla ilgili çalışmalarımızı yürütürken metan emisyonlarıyla
ilgili Türkiye’de oldukça kısıtlı veri ve literatürün olduğuna şahit olduk.
Kamusal alanda bu denli az tartışılan bir konunun politik iradeye dönüşmesi de
oldukça güç olur. 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşmak
istiyorsak metan emisyonlarında düşüşü sağlamamız gerekiyor. Türkiye’nin metan
emisyonlarını düşürmede ortaya koyacağı politik irade ona küresel iklim
politikalarında da avantaj sağlayacaktır. Ayrıca, bu konuda alınacak önlemler
ekonomik getiriler sağlıyor, insan sağlığı ve iş verimliliği açılarından da
pozitif değer üretiyor” dedi.
Sonuç ve Çağrımız
Türkiye’de kömürlü termik
santrallerin, fosil yakıt projelerinin, madenciliğin ve doğa talanının halen teşvik
edildiği göz önüne alındığında bu yasayla birlikte büyük şirketlere “kirletmeye
devam edebilirsin, yeter ki bedelini öde” mesajı verilmektedir. İklim kriziyle
gerçek mücadele fosil yakıt kullanımının aşamalı olarak sonlandırılmasını
gerektirir. Ancak bu kanunda kömür, petrol, ve doğalgaz gibi kirletici
kaynaklardan çıkışa dair net bir hedef veya plan bulunmamaktadır. Kanun,
Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurarak şirketlerin karbon salınımına devam
etmesine olanak tanınmaktadır. Bu sistem, büyük şirketlerin belirlenen
sınırları aşmaları durumunda ek ücret ödeyerek kirletmeye devam etmelerine izin
vermektedir. Bu şekilde gerçek azaltım sağlanamaz, sadece kirlilik piyasalaştırılır.
Emisyonlar düşmek yerine el değiştirir. Oysa iklim krizine karşı mücadele,
karbon ticareti ile değil, karbon emisyonlarını gerçekten azaltacak kamusal
politikalarla yürütülmelidir. İklim dirençliliği sadece özel sektör yatırımıyla
sağlanamaz. Kanun iklim krizine karşı halkın korunmasını değil, özel sektöre
yatırım alanı açmayı amaçlamaktadır.
Küçük ve orta ölçekli
tarımsal üretimi, aile çiftçiliğinin çeşitli biçimlerini, kırsal toplulukları,
gıda egemenliğini, yerel bilgiyi, sosyal adaleti, yerel kimliği ve kültürü,
yerel tohumlar üzerindeki müşterek yerel hakları, kısacası köylülerin, çiftçilerin
otonomisini destekleyerek endüstriyel tarımın ve neoliberal tarım
politikalarının yaratmış olduğu ve günümüzde artık krize dönüşmüş birçok
ekolojik, sosyo-ekonomik sorununun çözülmesine, çiftçilerin, işçilerin ve tüm toplumun
tehlikeli kimyasallara maruz kalmadan sağlıklı ve besleyici ürünler
üretebilmelerine ve tüketebilmelerine önemli ölçüde katkı sunma
potansiyeline sahiptir.
Gerçek bir iklim yasası;
Şeffaf ve katılımcı bir
süreçle hazırlanmalı,
Fosil yakıtlardan çıkış
için bağlayıcı hedefler ve takvim açıklanmalı,
Özel sektörün teşvik
edilmesi yerine, kamusal yatırımlarla iklim dirençliliği sağlanmalı,
Emisyon ticareti yerine,
karbon emisyonlarını gerçekten azaltacak düzenlemeler yapılmalı,
Halk sağlığını önceleyen
düzenlemeleri barındırmalıdır.
Tarım-Orkam Sen Ekoloji
Grubu olarak, iklim krizinin bir yatırım fırsatı olmadığını, halkın ve doğanın
geleceğinin sermayenin insafına bırakılmaması gerektiğini bir kez daha
vurguluyoruz. Gerçek bir iklim yasası, bilimi ve toplumsal talepleri esas
almalı; suyun, toprağın ve havanın korunmasını temel bir hak olarak görmelidir.
Doğa bir meta değil, yaşam kaynağıdır. Ekolojik yıkımı derinleştiren piyasa
odaklı yaklaşımlar yerine, toplum ve doğa yararına politikalar
geliştirilmelidir.
TARIM ORKAM-SEN KADIN EKOLOJİ GRUBU