Öncelikle yaşamış olduğumuz deprem felaketinde sevdiklerini kaybetmiş arkadaşlarımıza başsağlığı diliyoruz. Bilindiği üzere iktidarın ‘Yüzyılın Felaketi’ dediği, milyonların da yüzyılın ihmali ve yüzyılın rezaleti gibi adlarla tanımladığı depremin üzerinden 6 ay gibi bir süre geçti. Deprem, Devlet kurumlarının, organlarının içinin nasıl boşalttığını, nitelikten uzaklaştığını, güvenlikçi devlet anlayışının sosyal devlet anlayışını nasıl da ortadan kaldırdığını en net haliyle gözler önüne sermiştir. Türkiye Halkları; tek adam rejiminin adeta mottosu haline gelen işleri hızlı yürüsün diye devlet Kurumlarının içinin ne kadar boş olduğunu, hantallaşmanın ve bürokrasinin rejimin temel karakteri haline geldiğini deprem sonrası yaşananlar üzerinden daha net görmüş oldu. Bununla beraber AKP-MHP bloğu ve cumhur rejimi bir bütün olarak olağan üstü hal rejimidir. Milliyetçiliği de yanına da alarak Hüda-Par, BBP ve Yeniden Refah Partisi gibi kadına ve LGBT+’lara karşı radikal kesimlerle beraber cumhuriyet tarihinin en radikal muhafazakâr bloğunu oluşturdular. Kadının iş yaşamında olmasına sıcak bakmayan, kız çocuklarının okumasını bile istemeyen Taliban ve İŞİD zihniyetiyle karşı karşıyayız. Saadet Partisi’nin yeniden Cumhur İttifakına katılma gerekçelerinden birinin de 6284 sayılı kanunun kaldırılması ile ilgili mutabakata vardıklarını da çok iyi biliyoruz. Kaldı ki, İstanbul Sözleşmesi için verdiğimiz hukuki süreçler bitmemiş iken üstüne de 6284 sayılı kanunun kaldırılması biz kadınlar, LGBT+’lar, çocuklar, özel gereksinimi olanlar açısından çok sıkıntılı bir durumdur. Bununla birlikte bazı bölgelerde uyuşturucu ve fuhuş çetelerinin olduğunu, bu çetelerin korunup kollandıklarını ve bunlar hakkında etkin bir biçimde soruşturma yapılmadığını çok iyi biliyoruz. Kadın Daire Başkanlığı ve Kadın Sığınma Kurumlarını oluşturan belediyelere, daha sonra kayyum atanması ile bahsedilen bu yapılar, atanan kayyumlar tarafından kapatıldı veya bu yapılara erkek yöneticiler atandı. Kadın ve Çocuk tecavüzleri, bu kurumlara yapılan başvurularla gün ışığına çıkıyordu. Ancak bile isteye yapılan bu yöntemsizlik sonucu, kadın ve çocuk taciz, tecavüz ve katliamlarına dair veriler tutulamaz duruma geldi. Sistem kadınların örgütlü mücadelesini parçalamak üzerine politikalar üretmeye devam ediyor, bizler de bunun mücadelesini yürütmeye devam edeceğiz. Kadınların yaşadığı şiddetin eril siyasi iktidar tarafından organize bir şekilde sahiplenildiğini ve kadın mücadelesini de hedef haline getirdiğini birçok kez gördük. Kadın mücadelesine darbe aslında kadınların politikleşmesinin önüne geçmek içindir. Kadınların fuhuşa sürüklenmesinin en büyük nedeninin, kadınları yoksullaştırma politikası olduğu gerçeğinin yanında, meselenin sınıfsal boyutunu da görmek gerekiyor. Kadınların yoksul, örgütsüz ve güvencesiz olmaları uyuşturucu ve fuhuş içerisine itilmelerine sebep oluyor. Dünyanın her yerinde kadınların bedenleri ve emekleri, “kadınların doğası bunu gerektiriyor!” algısıyla sermayenin sınırsız sömürü kaynaklarına dönüştürülüyor. Kadınlara yönelik büyük bir tarihi aşağılama söz konusu iken, her fırsatta kadınların büyük mücadelelerle elde ettiği kazanılmış haklarına saldırılıyor. Kadın aile kurumu içerisinde “sınırlarını ve kurallarını” erkek egemen sistemin belirlediği bir hayat kıskacında yaşama mahkûm edilip varlığı, bedeni ve emeği yok sayılmaya devam ediliyor. Kâr, çıkar ve tahakküm yarışının savaşların yarattığı yıkım, açlık, göçmenlik ve ölüm gibi yaşamsal sonuçları, kadınları ve çocukları çok daha katmerli etkiliyor. Kadınlara ve çocuklara bunları reva görenlerin ekolojiyi rant ve sermaye için yok etme noktasına getirenlerle aynı zihniyet olduğu aşikâr. Doğada yaratılan tahribat o kadar katmerlendi ki; başınızı nereye çevirseniz HES’ler, biyokütle, enerji santralleri, mermer ocakları, barajlar, TOKİ ve otel projeleri ya da savaş politikaları ve teknolojisi ile doğa talanlarının devam ettiğini görüyorsunuz. Doğamıza, kültürümüze, tarihimize yönelik saldırılar şüphesiz yeni değildir. Bu saldırılar sistematiktir ve özel savaş konseptleri devrededir. Ekolojinin bütününe ve tüm coğrafyalara saldıranlar eril siyasi iktidarın ideolojisinden beslenmektedir. Savaş ve işgal politikalarında ısrar edenler, kadınları katledenler, katledenlere cezasızlık politikası uygulayanlar, ekonomik kriz ile toplumu yoksullaştıranlar ve doğa katliamını gerçekleştirenler aynı aklın ürünüdür. Bu hakikatten yola çıkarak, biz kadınlar diyoruz ki: Doğanın kurtuluşunun yolu, savaş, işgal, rant, gibi yıkım politikalarının karşısında, demokratik ve özgürlükçü kadın mücadelesini, ekolojik mücadele ile birleştirmekten geçmektedir!
Tarım Orkam-Sen’de örgütlü biz kadınlar, kölelik koşullarını reddediyoruz ve Düşlediğimiz Ülke için emeğimize sahip çıkıyoruz!
DÜŞLEDİĞİMİZ ÜLKEDE … Kazanılmış kadın haklarımızı ileriye taşıyoruz, Kadın cinayetlerini ve kadına yönelik şiddeti önleyici yasalar var, Kadın cinayeti yok, Çocuklar cinsel istismara uğramıyor Eşit ve ücretsiz eğitim ile ücretsiz sağlık hakkımız var, Yaşamlarımız ve tüm haklarımız güvence altında, Demokratik, eşitlikçi, çoğulcu yönetim şekli var, Grevli toplu sözleşme hakkımız var, Savaş ve güvenlik politikaları yok, içeride ve dışarıda barış politikaları uygulanıyor, Çocuklarımız cemaat yurtlarına mahkûm değil, Baskı yok, ifade özgürlüğü var, Sendikal hak ve özgürlüklerimiz önünde hiçbir engel yok, Tüm halklar, farklılıklar temelinde eşit yaşıyor, Hukuksuz OHAL uygulamalarına son verildi, İş güvencemiz var, Esnek, güvencesiz, kayıt dışı ve taşeron çalışma, kiralık işçilik yok, Emeklilikte de insanca yaşayacak bir ücret alıyoruz, Mülakat yok liyakat var, Ücretsiz, ulaşılabilir ve nitelikli kreşlerimiz var, Şiddeti, ayrımcılığı ve mobbingi önleyici yasal düzenlemeler, yaptırımlar ve yaptırımları uygulayan hukuk sistemi var, Anne-Babanın 2 yıl dönüşümlü, ücretli ebeveyn doğum izin hakkı var, Atama, terfi ve tayinler eşit, liyakat esasına göre ve hakkaniyetli yapılır. Kadına yönelik her türlü eril suça ilişkin idari cezalarda indirim uygulanmıyor, Doğum izinleri sonrası kadınlara statü kaybı yaşatılmıyor! Kararlar: